top of page

Blog

Topluluk

Covid-19 Döneminde Küresel Tedirginliğin Türkiye Ekonomisinde Değiştirdikleri

Özel koşullar altında ilerlediğimiz Covid-19 döneminde Türkiye’de bu koşulların ve belirsizliklerin sebep olduğu birçok değişimlerden enflasyon ve işsizlik alanında oluşan değişimleri inceleyeceğiz. Bu değişimlerin sebebi olan küresel ve yerel etkenler ile onların sonuçlarını güvenilir kurumlar tarafından sağlanan veriler ile temel ekonomi düşünce disiplininin ışığında uzun bir yazı serisinde değerlendireceğiz. Öncelikle Covid-19 sürecinde ortaya çıkan etkenleri yerel ve küresel olarak ikiye ayıracağız. Naçizane görüşüm olarak birçok küresel etken arasından en baskın olan 2 etken ele alınacak: Belirsizlikten kaynaklı geleceğe yönelik tedirginlik ile karantinadan dolayı duraksayan hizmet ve mal üretimi. Bu yazımızda küresel etkenlerden birisi olan geleceğe karşı tedirginlik ile başlanılıp önümüzdeki günlerde de duraksayan mal ve hizmet üretimine sebep olan karantinanın etkilerini ve ardından yerel etkenlere değineceğiz. Bu etkenlerin sebep olduğu değişimlerin yanında bu etkenlerin sebepleri basit bir şekilde ele alacağız.


Covid-19'un ne kadar süreceği, tedavinin ne zaman uygulanmaya başlanacağı ve bu karantina sürecinin ardından gelebilecek resesyonun büyüklüğü veya gelip gelmeyeceği gibi cevabı tam olarak tahmin edilemeyen konular kişi, kurum ve kuruluşların daha karamsar ekonomik beklentilere sahip olmasına sebebiyet vermiş durumda. Medya organlarının dikkat çekme amacıyla en kötü veya en iyi ihtimalleri gündemde tutması ve belirli bir elit kesimin uğruna halkı manipüle etmesinden kaynaklı dünyanın büyük bir kesiminde olması gerekenin üstünde bir tedirginlik olduğunu düşünüyorum. Örnek olarak A.B.D.’nde tüketicinin piyasa hakkındaki görüşlerini ve ona olan güvenini gösteren ABD Conference Board (CB) Tüketici Güven endeksi 2020’nin başlarında 130,4 değerindeyken mayıs ayına kadar %34’lük bir düşüş yaşayıp 85,9’a inmiş ve şu ana kadar yatay bir ilerleme ile toparlanmakta güçlük çeken bir gidişat sergilemekte*. Aynı zamanda yine 2020’nin başında Euro Bölgesi Tüketici Güveni -8,1’den mayıs ayına kadar %171’lik bir düşüş ile –22,0’a kadar gerilemiş ve şu anda da ancak –13,9’a kadar bir toparlanma gösterebilmiştir**. Sağlam ekonomik temellere sahip bu iki bölgede geçici bir süreç sonucu uzun vadeli bir konu hakkında böylesine yüksek bir güven kaybı yaşamasının çokta tutarlı olmadığını düşünüyorum.


Bu güven kaybının etkisiyle beraber dolarda kısa süreli bir atış gerçekleşmiştir. Bunun akabinde dolardaki yükselişin temel nedeninin doların piyasadaki rolü olduğunu söylersek çokta yanılmış olmayız. Bu rolün doğumunun hikayesinin 1971 senesine dayandığını söyleyebiliriz. Temmuz 1944’te ABD’de yürürlüğe giren ve A.B.D.’nde piyasada bulunan her Amerikan Doları için Amerikan Merkez Bankası’nın (FED) kasasında belirli bir miktar altın rezervini bulundurma zorunluluğu getiren ve para sahiplerine de bu para karşılığı FED’den nakit miktarınca altın alma hakkı tanıyan Bretton Woods sisteminin 1971 yılında ekonomik zorluklar nedeniyle kalkmasının ardından belirli bir düzeyde kredibiliteye sahip diğer ülkelerin toplu bir şekilde bu politikayı takip edip para birimlerinin karşılığında merkez bankasındaki altın yerine ülkenin güvenilirliğini ve sunduğu mal ve hizmetleri koyması ile beraber birçok açıdan güvenli kabul edilen para birimlerinin başında gelen Amerikan Doları, geniş işlem hacmi ve ABD’nin ekonomik gücüne dayalı değeri sayesinde güvensizlik zamanlarında altın gibi değer görüp bir güvence aracı olarak değer kazandı. Bu güvence aracılığı rolü, Covid-19 dönemindeki açıkladığımız güvensizlik durumunda varlık sahiplerinin yüksek riskli dönemlerde direkt olarak en güvenli limanları seçmesi olarak özetleyebileceğimiz “Flight to Safety” stratejisinden doğduğunu düşündüğüm etkiler ile beraber 2020 yılının mart ayında Amerikan Dolar Endeksi Aralık 2019’da 96,39 değerinden Nisan ayında 99,57 değerine kadar bir artış gerçekleştirmiş bulunmakta. Nisan ayından sonraki süreçte düşüş göstermiş olsa bile o zaman aralığında da yerel etkenler sonucu dolar TL karşısında yükselişine sürdürmeye devam edebilmiştir.


Gelişmiş ülkelerin tüketici güvenindeki bu eksiklik ve güvenin oldukça yavaş bir şekilde toparlanması sonucunda gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki toplam talepte bir düşüş gerçekleşebiliyor. Düşen toplam talep sonucu farklı ürünlerin marketlerinde sola kayan talep eğrisinden kaynaklı daralan fiyat koşullarında üretime devam edebilecek üretici firmaların azalması farklı mal ve hizmetlerin piyasalarında bulunan bu firmaların konkordato vermelerine, üretimi durdurmalarına veya iflas açıklamalarına sebep olabilmektedir. Bundan mütevellit, yatırımcılarda yatırımlarını yaparken riskten kaçınmaya verdikleri önem oldukça artmaktadır çünkü piyasada hayatta kalma koşulları daha da zorlaşmış bulunmaktadır.


Yatırımcıların riske karşı olan söz ettiğimiz alerjik tutumlarındaki artış gelişmekte olan ülkelere yapılan yatırımı negatif etkilemektedir çünkü çoğunlukla gelişmekte olan ülkelerin ekonomik temellerinin gelişmiş ülkelerin ekonomik temelleri kadar sağlam olamaması gibi bir durum söz konusu. Çoğu zaman daha az sağlam temeller daha yüksek risk demek. Örnek olarak gelişmiş ülkeler kadar sağlam ekonomi temellerine sahip olmayan Mısır’a sermaye girişi 2019’un sonlarında 4,5 milyon dolar civarındayken en son açıklanan rakamlara göre 5,7 milyon dolar düşerek -1,1 milyon dolar net çıkış olmuştur***. Aynı zamanda tamamen farklı bir coğrafyada ve oldukça farklı üretim faktörlerine sahip olan Singapur’un da sermaye akışı Temmuz 2019’da 55 milyon Singapur Doları civarında iken Ocak 2020’de 15 milyon Singapur Doları civarına gelmiştir****.


Sonuç olarak doların belirli bir süre endeks bazında değer kazanması ve ardından da Türk Lirası karşısında değer kazanması ile beraber Türkiye’de dolar borcu olan firmaların borç yükü gittikçe artmış ve Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (TCMB) için faiz arttırmak daha da zor hale gelmiştir. Enflasyon ile baş etmenin önde gelen yollarından birisi olan faiz artırımındaki hükümetin ideolojik çekingenliği ve firmaların borç yükünü faiz yolu ile daha da ağırlaştırmanın ciddi sıkıntılar doğurması (işsizliğin yükselmesi, toplam arzın düşmesi vs.), enflasyon ile ülke olarak mücadelemizi gittikçe zorlaştırmakta. Ayrıca Covid- 19 döneminde Covid-19 yardımları, emekli maaşı zammı, kredi borçlanmalarının ödeme tarihlerinin ertelenmesi, üreticiye vergi indirimleri gibi piyasadaki para akışının hızını ve miktarını arttıran mali ve parasal politikalar da enflasyonu yükselten bir güç olarak bulunuyor. Bütün bu etkenleri göz önünde bulundurduğumuz zaman Haziran 2019’da 100 liralık bir ürün sepetinin Haziran 2020’de 112.62 liraya çıkmasının arka planının bir kısmını anlayabiliyoruz.


İşsizlik konusunda ise temel olarak ülkemizde bulunan işletmelerin ve yatırımcıların duruma göz atabiliriz. Bu iki grup içinde önemli olan krediye erişilebilirlik gittikçe zorlaşmakta. Bu zorlaşmanın arkasındaki temel mekaniklerden birisi merkez bankamızdaki döviz kaynaklarına dayanmaktadır. Türkiye’deki doların Türk Lirası karşısındaki artışını baskılayabilmek için merkez bankası döviz rezervlerinden Şubat 2020 ile Ekim 2020 arasında yaklaşık 35 milyon dolar harcanarak 77 milyon dolardan 42 milyon dolara gelinmiştir*. Azalan döviz rezervlerinin bize maliyeti ise daha riskli bir ülke olarak değerlendirilmemiz, çünkü merkez bankalarında bulunan altın ve döviz rezervlerini kriz zamanlarında başvurulan bir kalkan görevi taşır ve şu anda 35 milyon dolarlık bir harcama ile kalkanımızın döviz kısmının yaklaşık olarak %45’ini kaybetmiş durumdayız ve bu da bizim daha da savunmasız kılıyor. Artan riskimizin düşük maliyetlerle dış borç bulmamızı zorlaştırdığı aşikar. Bu da bizi finansman konusunda bir çıkmaza sokmakta: İçeride para basmamız oldukça zor çünkü enflasyon yeterince yırtıcı hale gelmiş durumda, dışarıdan düşük maliyetle borç almamız zor çünkü yüksek riske sahibiz, swap yapmak için albenimiz oldukça düşük çünkü paramız değer kaybetmiş durumda. Bunlar ise bizi ilerleyen zamanlarda lokal bir “credit crunch” dönemine sokabilir ve bu dönemden çıkmak için gerek düşük faizleri yakalamamız bahsettiğimiz sebeplerden dolayı oldukça zor. Bunların sonucu olarakta şu anda ve ilerleyen zamanlarda yeni bir iş fikrinin hayata geçmesi için veya mevcut işin sürdürülebilmesi için gereken dış finansmanı ülkece bulmakta gittikçe zorlanıyoruz. Firmaların devletten borç alması, devletin dış kaynaklardan finansman bulması, bireylerin bankalardan kredi bulması gittikçe zorlaşıyor. Sonuç olarak tüketim ve üretimde karantinanın yarattığı düşüşün yanında bir de makul faizlerle kredi bulma güçlüğü ekleniyor. Şu ana kadar Covid-19'un başında devletin bilinçli olarak düşük faizli kredi vermesi ev ve 2. el araba fiyatlarında bir sıçramaya katkısı olmuş durumda. Fakat bu düşük faizin sürdürülebilir değil ve Covid-19 sürecinin devamı durumunda kredi kıtlığı ile beraber kapanan işler daha da artabilir.


İşsizliğin artmasındaki bir başka sebep olan düşük büyüme oranları, bizim işsizlik analizimizdeki bir diğer etkenimiz. İstanbul Teknik Üniversitesi Dr. Öğretim üyesi Metehan Yağmur’un “Covid-19 Pandemisinin Türkiye Ekonomisi ve Küresel Ekonomi Üzerindeki Beklenen Etkisi” başlıklı makalesinde de yer verdiği üzere, " Büyüme oranlarındaki düşüşe bağlı olarak, işsizlik oranlarında da önemli bir artış beklenmektedir. Ekonomik yavaşlamanın işsizliği arttırması genellikle biraz gecikmeyle gerçekleşir. Ancak mevcut krizde, pandemiye karşı mücadele kapsamında sokağa çıkma yasağı ve bazı işyerlerinin tedbirler kapsamında kapatılması gibi sebeplerden ötürü, işsizlik oranları aniden ve büyük oranda arttı.” (2020, sf.7). Gayrisafi yurtiçi hasılamızın (GSYH) ölçümündeki oldukça önemli olan tüketim ve yatırım Covid-19 sürecinde zarar görmüş durumda. GSYH’nın yatırım kısmında sermaye akışı ile portföy yatırımlarını değerlendireceğiz. Şu ana kadar Türkiye’den 2020’de 2 milyon dolarlık sermaye çıkışı gerçekleşmiş bulunuyor**. Portföy yatırımları ise 2019 yıl sonu verilerine göre %17,5’lik bir düşüş ile 109,8 milyar ABD dolarına inmiştir (TCMB, Uluslararası Yatırım Pozisyonu Gelişmeleri-Temmuz 2020). Ülkemizin sermaye akışındaki genel düşüş ile portföy yatırımlarındaki %17,5’lik gerileme ve bunun yanında karantina sebebiyle düşen tüketim sonuç olarak 2020 yılının ikinci çeyreğinde yaşanan ülkemizin ekonomisinde %9,9’luk bir daralmaya*** sebep olan etkenlerdendir. Kapanan işlerin artması, ekonomik daralma, ve yeni iş yeri açmanın zorlaşması gibi sebeplerden dolayı işsizlikte de bir artış gözlemlenmektedir. Aynı zamanda Anadolu Haber Ajansının TÜİK’nun verilerine göre yaptığı değerlendirmede ise “Türkiye genelinde 15 ve daha yukarı yaştakilerde işsiz sayısı, haziranda geçen yılın aynı ayına göre 152 bin kişi azalarak 4 milyon 101 bin kişiye geriledi. Aynı dönemde işsizlik oranı 0,4 puan artarak yüzde 13,4 oldu. Tarım dışı işsizlik oranı ise 0,6 puanlık artışla yüzde 15,9 olarak hesaplandı.” (Çakır, Gökkoyun, 2020) olarak belirtilen işsizlik hakkındaki tespitleri ise işsizlikteki artış hakkındaki iddiamızı desteklemektedir.


Özetleyecek olursak küresel tedirginlikten kaynaklı doların TL karşısındaki artışı, global olarak riskteki artış ve buna bağlı olarak güven kaybı ile tedirginlik, harcanan TCMB rezervleri ile ülke çapında artan risk, artan risk sonucu gerçekleşen sermaye çıkışı ve ekonomik daralma ülkemizde enflasyonu ve işsizliği arttırmış bulunmakta. İlerleyen zamanlarda bu iki göstergedeki yükselişin önüne geçebilmek için dış ilişkilerimizdeki daha statükocu bir tutum ile doların yükselişindeki yerel etkenler azaltılabilir, faiz artışı ile beraber belirli bir miktar borç yüküne sahip belirli büyüklükteki firmaların kredi borçları ertelenebilir ve bu sayede işsizlik ile üretime darbe vurmadan enflasyon ile bir miktar başa çıkılabilir, katma değeri yüksek ürünlerin piyasalarına sübvansiyonlar ve riski kompanse edici devlet sigortaları uygulanarak yatırımla beraber işe alım doğru yönde arttırılabilir, son olarak ülkece riskimizi azaltmak için devletin karar organlarındaki sorgulanabilirlik ve şeffaflıkla beraber dış faktörlerden bağımsız hareket edebilmesi kredi derecelendirme kuruluşlarından daha olumlu dereceler almamızı sağlayarak cari açığı azaltmamızda birazda olsa faydalı olabilir.

--

Umarım faydalı olabilmişizdir. Sevgi ve saygılarımla, Taha Mert Şener.

Metehan Yağmur hocamız: http://econ.itu.edu.tr/personel/ogretim-uyeleri/y-doc-mete-hanyagmur

Kaynakça:

Sf.1*: https://conference-board.org/data/consumerconfidence.cfm

Sf.1**: https://ec.europa.eu/info/business-economy-euro/indicators-statistics/economicdatabases/business-and-consumer-surveys/latest-business-and-consumer-surveys_en

Sf.3***: https://tradingeconomics.com/egypt/capital-flows

Sf.3****: https://tradingeconomics.com/singapore/capital-flows

Sf.4* https://evds2.tcmb.gov.tr/index.php?/evds/dashboard/4687

Sf.5** https://tradingeconomics.com/turkey/capital-flows Sf.5***http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do;jsessionid=vnh1fl3QQq7v9QLLBJ7p1 M1TsXrkhvMGqf1pvbvGqM41whdJpvQC!14049217?id=33604

140 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page